Yıllar önce, Açık Radyo’daki Vertigo programında, Sibylle Baier adında Alman bir folk şarkıcısının şarkıları çalmıştı. Baier’in ‘Colour Green’ adlı tek albümü onun 1970’li yıllarda, henüz çok gençken, evinde kendi kendine kaydettiği melankolik şarkılardan oluşuyordu. Bu şarkılar bize 2000’lerin başında, Baier’ın oğlunun gayretleriyle ulaşmıştı.
Bense duyar duymaz onlara gönlümü kaptırmıştım. İlk dinleyişte aşktı bu, başka bir açıklaması olamazdı. Açık Radyo’nun bana verdiği sayısız hediyeden biri olmuştu bu şarkılar. Onların hiç gün yüzüne çıkmayabileceklerini, karanlıkta kaybolup gidebileceklerini düşündükçe de kendi kendime mahvolmuştum.
O günden sonra Sibylle Baier’i dinlemek benim için mutlu olmanın bir yolu haline geldi. Onun müziği bana ilham verdi ve bana kalırsa bu, şans meleklerinin işiydi. Yıllar önce o karanlık akşamda onu karşıma çıkaran, bu küçük meleklerdi.
KADERİN TA KENDİSİ: ŞANS
“Ben sadece şansa inanıyorum,” derdim ilkgençlik yıllarımda. Şans dediğimiz şey, tesadüf ya da rastlantıdan farklı bir kavramdı benim için. Kaderin ta kendisiydi, bizim için ya da bizim tarafımızdan yazılan. Kader ise belki de tesadüflere yüklediğimiz anlamların toplamından başka bir şey değildi.
O zamanlar bir yazar olmaya yazgılı olduğumu düşünüyor ve şans meleklerinin beni doğru yola yönlendireceklerine inanıyordum. Çok sevdiğim Paul Auster’ın izinden gideceğime…
Bu yolu tıpkı karıncalar gibi çok çalışarak bizzat benim yaratmam gerektiğini ve bu yolda yürümenin ne kadar büyük bir azim gerektirdiğini ise aklıma bile getirmiyordum. Ben sadece kendi köşemde kendi küçük öykülerimi yazmak istiyordum.
Öte yandan, Baier hiçbir zaman gerçek bir müzik kariyerinin peşine düşmemişti. O sadece odasında oturup o küçük şarkılarını kaydetmiş ve sonrasında kendine bambaşka bir yol çizmişti. Bir aile istemişti. Başka biri olmak istemişti… Bir daha şarkı yazmak istememişti.
Bense öykülerimi yazmaya devam ediyorum ve umuyorum ki hep edeceğim. Genç bir kızın 1970’lerde evinde karıncalar gibi çalışıp didinerek kendi kendine kaydettiği o olağanüstü güzellikteki şarkılar bugün kalbimi ağırlaştıran üzüntüleri dağıtabiliyorsa, günün birinde benim küçük öykülerim de birilerinin kalbindeki çatlaklardan içeri dolar belki de. En azından, buna inanmayı her şeyden çok istiyorum.
SIBYLLE BAIER’IN EV KAYITLARI
Şimdiyse, bu ılık yaz sabahında, tıpkı yıllar önce yaptığım gibi defterimin üzerine kapanmış çalışırken, bir kez daha Sibylle Baier’ın ev kayıtlarını düşünüyor ve güzel olan hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğine inanmaya başlıyorum.
Açık Radyo’yu açıyorum, Tom Waits’in sesini duyunca kendi kendime gülümsüyorum. Derken komşu evlerden birinin penceresinden bizim bahçeye doğru nefis bir kurabiye kokusu yayılıyor.
Ben de kaçınılmaz olarak hayat, evren ve kurabiyeler hakkında tuhaf düşüncelere dalıyorum. Bir şeyleri durmaksızın romantize etmek zorundayım sanki, yoksa gündelik hayatı çok tatsız bulmaya başlıyorum.
Belki de yanılıyorum… Kaybolup giden çok fazla güzel şey var belki de. İyi ama neyin gidip neyin kalacağına kim karar veriyor? Dahası, bir şeylerin kaybolacak olması beni neden bu kadar çok yaralıyor?
Hiç düşünmeden, çikolatalı kurabiyeler ve dünyanın bütün kaybolup gitmeleri hakkında hızlı hızlı bir şeyler karalamaya koyuluyorum. O sırada Tom Waits şarkısını bitiriyor ve Sibylle Baier’ın hüzünlü sesini duyuyorum.
ÇİKOLATALI KURABİYELER HAKKINDA FELSEFE
Bu, şans meleklerinin işi olsa gerek. Omzumda oturup gülümsediklerini hissedebiliyorum. Gözlerimi kapıyorum ve içimden şarkıya eşlik etmeye başlıyorum. Düşünüyorum da, Açık Radyo’yu ne kadar çok seviyorum! Bu arada kurabiyeleri fırından çıkaran komşumun da bu şarkıyı duyduğunu düşünerek bir anda mutlu oluyorum.
Tıpkı ilkgençlik yıllarımda yaptığım gibi, hiçbir şey planlamadan ve hiçbir şey düşünmeden, sadece yazmanın mutluluğu için yazıyorum şimdi. Saçmalıyorum. Ya da saçmalamıyorum, bilmiyorum. Çikolatalı kurabiyeler hakkında felsefe yapıyorum. İşimi şansa bırakıyorum.
Biliyorum ki, birazdan şarkı bitecek. Öyküm bitecek. Güneş yükselecek. Bahçeyi saran çikolata kokusu kaybolup gidecek. Biliyorum ki, günün birinde hepimiz kaybolup gideceğiz. Dünya kaybolup gidecek… Ve hiçbir şey kalmayacak ondan geriye.
Ama şimdi, bu ılık yaz sabahında, her nasılsa, her şey tam da olması gerektiği gibi görünüyor gözlerime.